“Evrende Dünya’dan çok daha önce su vardı ama suyun nereden geldiğini hala bilmiyoruz. Bir teoriye göre gezegenimize düşen kuyruklu yıldızlar suyun varlığının nedeni olarak görülüyor. Kuyruklu yıldızların yarattığı devasa şoklarla büyük miktarlarda suyun serbest kaldığı ve gezegenimizin yüzeyine yayıldığı düşünülüyor”
Çocukluğumdan itibaren deniz kenarında yaşayan bir insan olmama rağmen okyanus görünce çok şaşırmıştım, hatta korkmuştum. Sanırım okyanus deyince berrak mavi sular ve içinde renkli bir hayat yani rengarenk balıklar, mercanlar ve belki de köpekbalıkları göreceğimi düşlemişim. Oysa benim gördüğüm okyanus gri renkli hatta çamur rengindeydi. Okyanusların renginin neden farklı olabileceğini ve daha pek çok yeni bilgi edindiğim bir kitap var. Adı, “Hubert Reeves Anlatıyor: Okyanuslar”. Kıtadan ayrılma fobisi diye bir şey henüz bulunmadıysa da dünyanın dörtte üçünün okyanusla kaplı olduğu gerçeği de insanı korkutuyor olmalı. Aslında yerküre değil sukürede mi yaşıyoruz acaba? Bu sorunun yanıtı “Okyanus” kitabında. Okyanuslar, oşinografi biliminin yanı sıra farklı disiplinlerdeki (coğrafya, tarih, fizik, astronomi, jeoloji, arkeoloji vb) pek çok bilim insanı için heyecan verici olması yanında sanatçılar ve edebiyatçılar için de esin kaynağı olmuştur.
Hubert Reeves ve çocuklar ile öğretmenlerden oluşan ekibi, Normandiya’da kayalıkların üzerinde gezintiye çıkarlar ve kitap okyanuslar hakkındaki diyaloglarla gelişir. Kitapta ilk öğrendiğimiz şey, okyanusların yaşı nasıl hesaplanır? Okyanusların içinde küçük parçacıklar, milyonlarca yıl boyunca deniz diplerine çökerek, birbirini izleyen kayaçlar ve katmanlar oluşturur. Daha sonra yer hareketleriyle bu deniz katmanları suyun dışına çıkıp harika falezleri oluşturuyor. Eğer bir falezin yüksekliği 162 metre ise bu onun 162 milyon yaşında olduğunu gösteriyor. Ne kadar etkileyici değil mi? Ardından gelgit olayında sadece suların değil karanın da yükseldiğini öğreniyoruz. Hubert Reeves, astrofizikçi olduğu için olayları yerçekimi ve uzayla ilgisini de çok yalın bir şekilde anlatıyor. Ekibimiz daha sonra gemiye ve ardından denizaltıya biniyor ve efsane bir kitap olan Jules Verne’nin Denizler Altında Yirmibin Fersah’tan bahsetmeye başlıyorlar. Ardından batık kıta olan Atlantis ve 15000 km boyunca denizin altındaki sıra dağları inceliyorlar. Okyanusun altında da yanardağların olduğunu ve patlayabildiklerini de öğreniyoruz. Endonezya’da 1883 yılında Krakatau isminde bir yanardağ var ve patladığında öyle bir ses çıkıyor ki yanardağın 5000 km çevresinde duyulduğu belirtiliyor. Edward Munch eseri “Çığlık” adlı tablodaki turuncu renklerin de bu sesin yarattığı korku olarak betimlendiği söyleniyormuş. Kitabın her sayfasında beni şaşırtan bir bilgi var. Su damlalarının farklı ağırlıkta olmasından, okyanuslardaki akıntıların oluşma nedenine, okyanus diplerindeki çukurlardan atıklar ve avlanma yasakları gibi sorunlardan da bahsediliyor. Kitabın son cümlesini hiç unutmayacağım. Hubert Reeves diyor ki; Dünyanın geleceği denizlere bağlı. Denizdeyken ufuk çizgisine bakmayı seviyorum. Sanki beni çağırıyor ve içimde daha uzağı görme isteği uyandırıyor. Bilim de biraz buna benzer. Daha ötesini öğrenme isteği…